işte ben böyle bi çocuğum.

27 Mart 2010 Cumartesi

akrostişik.

Bir saat sonra vizem var, 2 saat vize sürse, 3 saat sonra ne olacağı hakkında hiç bir fikrim yok. Bu beni anı yaşıyor yapıyor olabilir mi acaba?
oha.
Hatta deve.
Deve de ne acayip br hayvandır ya bak şimdi aklıma geldi, hörgüç diye bi şey var lan devede, bir değil iki tane var hem de. Hatta bu hörgüçlerle alakalı acayip şakalar yapılıyor: Yok neymiş muhammedin devesi 3 hörgüçlüymüş, adı da limuzinmiş falan.
Hiç komik değil.
Develer bence oryantalist quasimodolar bu arada, ya da tam tersi bilemedim şimdi, ama ilerleyen 5 dakika içinde bilebileceğimi biliyorum. Yüce rabbimin (sav!) güzelim viktordan etkilenemeyeceğini ve viktorun allah vergisi bir yetenek sahibi olduğunu da hesaba katarsak, viktoru rabbinden etkilenmiş olarak etiketleyebiliriz bence. Ya da bu ikisi birbirinden çok bağımsız ama benzer iki eylem de olabilir şimdi, büyük patlama diye bir şeye inanıyorsak, bunların bağımsız olaylar olduğuna neden inanmayalım değil mi canım:)

(ne saçmaladım lan, sınırlarımı aştım, ben bile şaşırdım şu halime)

Hah asıl konumuza dönersek eğer, asıl konumuz neydi ki? konumuz oldu mu acaba, sırf yazasım geldi diye güncelden başlayıp genele bir çıkarım yapmaya çalıştım ama beceremedim sanırım. Zaten güncelden genele çıkarım yanlış bir şey, artık bunu da anlayabiliyorum, analiz levellerini farklı tutup olayları birleşik incelersen elde edeceğin sonuçlar güvenilmez ve genelde yanlış olur. Bunu bilip bu hatayı yapmıyor olmam beni çok mutlu ediyor, ama gördüğünüz üzere ne kadar bilgili ve acayip olsam da herkes gibi ben de üzülüyorum. (SONUNDA!)
Ben hep -daha önce de dediğim gibi- hiç üzülmediğimi falan düşünüyordum ya, kimse beni üzemez, "oluum ben süperim lan" diye geziyodum ya, yalanmış bunlar, kardeşim ben üzlüyormuşum ya, ama beni ben üzüyormuşum falan böyle, ruhsuz duygusuz olmam üzüyormuş biraz beni. Beklenti karşılamanın verdiği sinir bozuculuk geriyormuş beni. Yapmayı bırakınca daha rahat hissetmiştim kendimi fakat farkettim ki, bu üzülmemek için yapabileceğin bir şey değil aslında, o kadar saçmalıyorum ki ne dediğimi şaşırdım.
Neyse benim biraz güven problemim var insanlığa karşı, gayet aristocu bir insanım diye düşünüyorum ( hani o insanların doğaları gereği politik bir hayvan olduğunu ve aynı zamanda herkesin çıkarcı olduğunu düşünüyor ya, bunu da aslında insan olmanın kuralı gibi empoze ediyor ya, işte bu bağlamda diyim de yanlış anlaşılmalara mahal vermeyeyim), keşke aristokratik de olsam biraz ama anca akrostişik oldum sanırım. Akrostişik de hastalık adı gibi oldu. Hatta hadi hastalık olsun akrostişik. ben de akrostişik hastası olayım belirtileri de şöyle olsun: Genizde yanma, sürekli boş bakma, zaman zaman enerji patlamaları, sürekli iç çekip uzaklara bakma, iştahsızlık, hallilik, halsizlik, libidoda artış, orospu ruhun atağa geçip hayatını içinden çıkılmaz denklemlere döndürmesi, sinir, anlayış falan. Ne acayip hastalık lan bu.
akrostişiklik olma durumuna da şöyle geçilsin: (hadi güven problemine bağlayalım)
birilerine arkadaş olarak bağlanma durumu ve ardından gelen güven kırıcı hareketler silsilesi. Şimdi böyle deyince acayip oldu da aslında değil. çünkü insanların duvarları falan vardır ya, her ne kadar kimsinin çakıl taşları olsa da (evet, şebnem ferah'a gönderme yaptım) genelde duvarları vardır. bu duvarlar aslında biraz korunma amaçlıdır sik taşak falan ama bile bile de koymazsın ya o taşları oraya, duvar sen doğduktan sonra yükselmeye başlar ya, işte o duvarı bazen yaşadığın olaylarla -evet kötü bişey olabilir bu- sağlamlaştırırsın, önüne bir set daha falan çekersin böyle, her hata, her observation o duvarı sağlamlaştırır. Bide o duvar da odacıklar olur böyle, bazı kimseleri görmek istemezsin, çünkü acı veriyordur sana ama seversin de aynı zamanda, sonra sen de "aman tanrııım, ben ne yapacağım şimdi hem görmek hem görmemek isteyorum" diyerek bir haykırışla bir canhıraşla, çığlıklar ata ata o insanı o duvardaki odacıklara kaparsın, özledikçe gider gider bakar seversin.
işte arkadaş dediğin insan güvenini burada kırar: neyi neden yaptığını bilir ve "sen neden onları hala o odada tutuyorsun ki, müstahak bunlara müstahak" der, senden daha sert davranır hatta, sen de duvarlarını ona karşı inceltirken, aynı zamanda ortak bir duvar da örmeye başlarsın, çünkü seni önemsemiştir, sinirlenmiştir ya senin için, sana değer verdiğini zannedersin, hayatında iyi bir insan olarak konumlandırırsın. Lakin bu arkadaş o laf ettği, müstahak dediği insanları tekrar odadan çıkarıp kendi hayatına ve -dolayısıyla- senin hayatına alırsa, hayatında oturtmaya çalıştığın yeni düzeni iskambil destesinden yapılma bir ev gibi yıkarsa, orada bir dumur olursun.
Oluyorsun yani, ne yaparsın, şaşırıyorsun falan böyle ama C'est la vie yani. Sonra bir de üstüne konuşulmuş ve bir karara bağlanmış konularda bu tuhaflığın, dumurluluk durumunun sebebi araştırılınca iyice geriliyorsun, çünkü zaten zarar verilen bir duvar var ortada, üstüne bir de aşağılandığını hissediyorsun. Böyle neden bilmiyorum ama sanki bazen böyle insanlara çok kırılgan ve savunmasız, bazen de çok acımasız geliyormuşum gibi geliyor. Yanlış değil, ben gerçekten de çook acımasız ve ondan daha da kırılgan bir insanım ama asla savunmasız değilim, kırılırım ama bu beni ilgilendirir, kimseye de demem zaten genelde, neden buraya da -bu kadar ortalığa- yazdım bilmiyorum aslında bunu, sanırım hala kimsenin okumadığını falan zannediyorum, oysa ki Kardelen daha yeni mesaj attı, "guide book cook güzel bir yazi olmus" diye, ben de sevindim böyle, zaten kardelen beğendi diye bir yazma isteği depreşti iç köşelerimde de ondan yazıyorum, eğer Kardelen dışında gerçekten, literally takip eden birileri varsa bu saçmalıkları, rica ediyorum siz de teşekkür edin ona:)

(evet, varlığınızı kabul ediyorum ey insanlar!')

kapanışı ise güzide sanatçımız zeynep dizdar'dan bir şarkıyla yapmak istiyorum, bu şarkı benden herkese gelsin: zeynepdizdar-sanagüvenmiyorum.mp3



kendime ise muhterem doktorlar dizisi yıldızı, gönülçelen şarkıcı kutsi'den bir dize armağan etmek istiyorum, bu dize, kırdığım bütün kalpler adına herkeslerden, herşeylerden süzüle süzüle bana gelsin, çaaaat! diye suratıma yapışsın: allahın sopası yok ki, gökten indirsin!

:) evet.

ps: moonriver.mp3 te güzeldir bu arada.

26 Mart 2010 Cuma

guide book.

Ben zaten deliyim ya, işte o yüzden. Peki beni napçaz hacı? Atsan atılmam, satsan satılmam, huyum kurusun, tatlı sevimli çocuğum ben. Bana tahammül ediceksin işte. Bu kadar. Ben zaten sana arkadaşım deyip tahammül etmene izin verdiysem sana bir insanın hakettiğini düşündüğümün 100lerce kat fazlasını veriyorumdur. Bir de kendi derdimi unutup seninle ilgileniyosam sayın okuyucu, bil ki; seni bayaa seviyorum, işte o zaman da kaç, çünkü ben bir insanı o kadar seversem, o kadar da nefret ederim, benim yanımda benle beraber, bana eş değer tutuyorum onu diye. Ama o kadar da çok severim ki hiç belli etmem, içim içimi yer böyle, dengesizliğe vururum, ama ben zaten dengesiz olduğum için sen anlamazsın:) Neyse işte dedim ya dengesizim diye, aslında dengesiz değilim de nasılım biliyor musun sayın okuyucu: Sanki bir bedende 100lerce 1000lerce efecan varmış gibiyim, birleşik beyinlerimiz, tek ağzımızla hareket ediyoruz ama, padişahın hangi efecan olduğu muallakta böyle, bi biri birini deviriyor, bi biri birini bıçaklıyor. Çok acayip oluyor, bir olaya verdiğim tepki 10 defasında da farklı olabiliyor böyle. Belli kesin yargılarımız var, onlar hepimiz için ayıp ya da yakışıksız, biraz da gururluyuz galiba, kendimize konduramıyoruz o davranışları, ondan ayıp diyoruz zaten. Alınırız da bazen, kendimize bile alınırız, ama alınmamız gerektiği zaman, hiç birimiz mızıkçı değiliz, sadece biraz intikamcıyız, alındıysak, gururumuz incindiyse, yok yere üzüldüysek, içimizden 100lerce 1000lerce vahşi hayvan çıkar. Evet. Nasıl bir sürü efecan varsa, bir o kadar da panter var, aslan kaplan gergedan var. Ama ayı yok. Biz ayı olamayız, yılan var içimizde, yılan da oluruz ama ayı olmayız, ayıp çünkü. Dedim işte, ayıp. Ayıp her yerde olur ayrıca, aksini söyleyen dumbkopftur, herkes -ben bile- sosyal kaygı taşır. Bunu da böyle bilesin sayın o kendini biliyor.