işte ben böyle bi çocuğum.

3 Nisan 2010 Cumartesi


Şimdi, şu kocaman deniz, "olay" olsun, şu bir sürü yuvarlak şekilli trabzanların her biri de başka bir bakış açısı, ya da paradigma olsun. Eğer sen bu olayı, her seferinde başka bir paradigmadan incelersen, başka sonuç alırsın, bütün paradigmalardan her seferinde aynı gemiye bakarsan, geminin başka açılarını görürsün, yani olayların başka yönlerini görmek gibi düşün.
Ama her seferinde başka bir paradigmayla bütün olayın başka bir yönünü incelersen, çıkmaza girersin, çünkü bütün resim gözden kaçar. Ben kaçırmıyorum, çünkü bunu biliyorum. Sen de kaçırmamalısın, çünkü artık okudun ve öğrendin, yani yeterliysen, böyle bir yetenek geliştirebildiysen, falan.
Neymiş, olay incelemesi, durum değerlendirmesi yaparken, analiz seviyelerimizi ve gözlemlediğimiz konuyu ve baktığımız paradigmaları çok dikkatli seçiyormuşuz, ne kadar dikkatli seçersek seçelim, hep bir hata payı bırakıyormuşuz efendim. Çünkü bazen de sadece görmek istemezsin, ne kadar görmek istediğini düşünürsen düşün, otonom sinirlerinin yardımı ve korumacı ego-süperego-id üçgenin yüzünden, istediğin şeyi istemiyorsundur ve ne yaparsan yap, çözüme ulaşamazsın.
Belki de kendini sevmiyorsundur, ya da çok seviyorsundur, az sevmek için çaba harcıyorsundur, çünkü manyaksındır.
Kim bilir?
BU GİZLİ BİR YAZIDIR!
Ben bilmem. Belki sen de bilmiyorsundur.

2 Nisan 2010 Cuma

1 Nisan 2010 Perşembe

Gregor Samsa

"Bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir" demek, zaman zaman atizliğe kaçsa da, uygun yerlerde kullanılınca -of- çok iyi oluyor yahu.
Ben, ben hiç bir şey bilmiyorum demeyi biliyorum, hiç bir şey bilmediğim için üzülmeyi de biliyorum, ama bunu yapabilmeyi bildiğimle alakalı olarak aynı zamanda birşeyler de bilmiş olduğum, ve bunun farkına vardığım için bilge olamıyorum.
Bu nasıl bir açmazdır?

Şimdi ben Kafka bilmiyorum, ama Gregor Samsa biraz biliyorum, hatta birazdan da ötede birazla az arasında biliyorum, Sayın Samsa'ya hayranlık duyuyorum, ailesini de çok kınamıyorum, yani kınıyorum ama o kadar da değil, anlıyorum biraz, herkes kendini önce düşünür, problem bir b şıkkına gerçekten de çok sahip olamamalarıdır bence.

İlaçtan yine beynim uyuştu, uykum yok, yüksek dozaj ağrı yaptı ama.

Neyse, Gregor Samsa'yı neden başlık olarak seçtim onu söyleyeyim de, bu yazı da burada noktalansın, zira 4 uyku hapı aldım ve eğer ölmez de sağ kalırsam, birazdan uyumam lazım:)

Eskiden hep hayatı ve onun saçmalıklarını hafif şamatacı, hafif te -bilmemki, nasıl desem, bir acayip, şöyle sarkastikimci ama tam bir sarkasizm de yok ortada, hah işte böyle- işte böyle açıkladığım halde, son dönemde hayatı boş verip main topic'i kendim yapmışım. Biraz da anlaşılmaya çalışmışım, hatta biraz falan değil, bayaa anlaşılmaya çalışmışım, hatta o kadar ki gidip renk skalamı gittikçe düşürmüşüm, en sonunda renkten kaçmışım falan, beyaz yapmışım! beyaz! Gerçi bana şu anda böyle deyince o odaları hatırlattı ve beyazı da severim, beyz tişört çok iyidir, beyaz çorap da severim, temiz görünür ama neyse, nedeni bu değil, ben biliyorum en azından nedeninin bu olmadığını, başkasının ne bildiği de ne zaman umrumda oldu ki? - zaman zaman:)
Bana acayip gelen de bu noktadır: anlaşılmaya çalışmak!

Ulan ihtiyacın mı var! gerizekalı! diyorum kendime, başka da bir şey demiyorum. Sonra da cevabını veriyorum, evet anlaşılmaya ihtiyacım var ama kendim tarafımdan.
Yani ben bir insan olarak herkesi olduğu gibi kabul ettiğimden, kendimi de olduğum gibi kabul etmişim. Ama şu noktayı atlamışım, her ne kadar çok iyi bir "observer" olsam da kendime çok da objektif bakmıyorum, bu yüzden kabul edilirken eşitiz de, anlaşılmaya gelince kendimi oyuna kendi bakış açımda 1-0 eksik başlatıyorum.

İşte bunu şu anda ağzımla söyledim ama anlamadım ya, yani yanlış söylemiş de olabilirim tabii, yanlış demişim de derim zaten, de işte ağzımla söyledim ya, bunu içten söyleyince böyle, anlayarak, isteyerek söyleyince kendi metamorfozuma başlayacağım gibi geliyor.


bir de bu Gregor Samsa adı nereden geliyor biliyor musun sayın okuyucu? Çekce sam alone, sa ise I anlamına geliyor. Gregor Samsa da bu yüzden işte, ben çok yalnızım ya aslında, ne olursa olsun, işte bu yüzden seçtim.

28 Mart 2010 Pazar

Odi et Amo

odi et amo. quare id faciam, fortasse requiris?
nescio, sed fieri sentio et excrucior.


Catullus

being Grenouille, mad man in the attic.

Bu aralar gerçekten obsesifim. Obsesif olmak o kadar rahatsız bir şey değil, obsesifliğini belli etmiyorsan tabii. Sonuçta obsesife obsesif dersin, obsesif denirsen obsesif olursun. Allahım banyo yapmam gerek ama, üzerimdeki koku çok hoşuma gidiyor, yapmayacağım sanırım:)

En sevdiğim kitaplardan biri alman yazar Patrick Süskind'in Perfume: The Story of a Murderer adlı kitabıdır benim, çok severim, hatta o kadar severim ki filmini sevmedim.Dünyanın en aşağılık ve en aciz insanlarından biri olan, aynı zamanda sapık bir şeklide anlayışla karşılayıp sevgi beslediğiniz karakter Jean-Baptiste Grenouille kesinlikle tanımanız gereken bir insandır. Tanısanız yeter, tanışmasanız iyi olur, gerek yok yani tanışmaya, ya da var mı? Şahsen ben tanışmak da isterdim fakat, herkes benim kadar deli değil, değil mi canım?
Ben işte bu koku takıntım yüzünden biraz Grenouille gibiyim belki de, ama yani umarım karakterim öyle değildir. Öyleyse de ne yapalım sağlık olsun diyelim, millete Sibel Can'dan korkbenden.mp3 adlı şarkıyı armağan edelim:)

Neyse, kokuyu boşverelim, hayır hayır kokuyu boş vermeyelim, koku çok önemli bir şey, bana her koku çok güzel gelmez böyle, tanıdık bildik kokular hoş gelebilir zaman zaman, hafıza tazelemenin en güzel yollarından biridir koku koklamak. Sabunla masturbasyon yapmak dünyanın en acayip ve aptalca şeyidir örneğin, ve evet bunu yaptım, şimdi her seferinde o kokuyu alınca, ilk ergenliğimin anılarına dönüyorum, bir huzur kaplıyor içimi. Ya da bir şarkı dinlerken burnuma bir koku gelmiş, ben o kokuyu çok sevmişim, habire o şarkıyı dinlerim, beynimde nasıl örtüştürdüysem artık - aslında nasıl örtüştürdüğümü gayet iyi biliyorum - koku almanın sadece %5lik kısmı burunda gerçekleştirilir, kalan %95 tamamen beyinde gerçekleşir. Uçucu moleküller -koku yani- burnun içindeki yollardan olfaktör epitel dokudaki nöronların impulslarıyla beyindeki koku merkezine iletilir ve koku "duyum" haline gelir. Bu merkez aynı zamanda tat alma, hafıza ve dengeden sorumlu merkezlere de bağlıdır. İşte bu yüzden o anı ve mutluluğumu hatırlamak için olur olmadık şeylerin hem kokusuna hem de tadına bakıyorum, sonra da hazdan tir tir titreyip sarsaklaşıyorum:) Sıcak ortamda buharlaşmayla alakalı olarak algılayacağımız kokunun daha yüksek olması da aslında "yaz aşkı" diye tanımladığımız şeyin bilimsel bir açıklaması da sayılabilir bence.

Devam edelim.
İşte beynimde nasıl örtüştürdüysem, o şarkıyı dinledikçe o kokuyu duyumsarım, eğer o koku burnuma geliyorsa yatmadan önce, bütün gece rüyamda o kokunun sahibini ya da o kokuyla bağdaştırdığım insanı da görebilirim. Ter kokusu çok hoşuma gitmez diye gezerdim fakat farkettim ki beni ter kokusu rahatsız etmiyor, yani çok rahatsız etmiyor, hatta ve hatta seviyorum falan bile bazı insanlarda. Bu 'bazı' insanların ten kokusu ise beni çıldırtabiliyor koklamaktan ölüyorum böyle papillalarım uyuşuyor artık, ne dediğimi ne yapacağımı şaşırıyorum, bir de eğer o kokuya saplantılı hale gelmişsem, 5 metre ötede hareket eden koku sahibinden, adeta çizgi filmlerde çıkan koku-eller varya böyle, çağırıyolar falan seni, elin ayağın yerden kesiliyo süzüle süzüle uçuyosun, ayaküstü aklın şaşırıyo falan, işte onun gibi şeyler bana doğru geliyor. Şaşırtıcı ama anında o ten kokusunu alıyorum, seviyorum, benim yapıyorum. Benim olsun o koku istiyorum. Bunu fartkettim. Of koklamayı seviyorum sanırım. Sanmıyorum eminim, sevdiğimi koklamaya aşığım falan hatta. Kimse banyo yapmasın ulan!
Ten, ter, sigara ve parfüm kokusu beni baştan çıkarsın!
Baştan çıkarsın!
ah!